Acaba ilk aşk deneyimi mi şekillendirir bütün hayatı? Yoksa efsaneler ve tarihin gücü mü?
Orhan Pamuk son romanında bu soruyu soruyor okurlarına.
Peki ya adımız ne kadar şekillendiriyor kaderimizi?
Dün If Film Festivali’nde, Malala Yusufzay’ın hayatı ve mücadelesiyle ilgili “Adımı Malala Koydu” adlı bir belgesel gösterildi. Malala, kız çocuklarının eğitim hakkını savunduğu için ülkesi Pakistan’da Taliban tarafından vurulan bir kız çocuğu… Ancak kafasına isabet eden kurşun onu öldürmeyip güçlendiriyor. İyileştikten sonra amacına daha da sıkı sarılan Malala, bugün dünyanın her yerinden kızların okuma haklarını savunan bir aktivist… İlham verici konuşmalarıyla dünyanın sorunlarına dikkat çeken genç bir dünya lideri.
“Silahlar teröristleri öldürür, ama eğitim terörü öldürür”, diyor Malala.
Adın Cesaret olsaydı, hayatın nasıl olurdu?
Malala “cesaret” demek. Babası, cesur kadın savaşçı Malalai’ye olan hayranlığından, kızına da bu adı vermiş… Bir bebeğe verilen ad, o adı seçenin değerlerinin bir aynası değil mi? Adımızı seçen kişilerin değerleri de şekillendirmiyor mu kaderimizi? Kızının okumasını istemeyen, sönük bir karakter yetiştirmek isteyen bir baba ona “cesaret” adını verir miydi? Herhalde öyle bir durumda cesaret yerine “esaret” daha uygun bir ad olurdu ve o değerleri benimseyen birinin yanında süren bir hayat, kim bilir hangi yöne akardı… Ya da bir yöne akmadan, bir göl sükuneti ve durgunluğunda mı devam ederdi?
Kulağına cesaret fısıldanarak dünyaya merhaba diyen Malala’nın dedesinden ve babasından geçen savaşçı genleri; özgürlük ve bağımsızlık aşığı babasından aldığı eğitim ve Pakistan tarihinde Taliban şiddetinin hakim olduğu talihsiz dönem … Bütün bunlar eşine nadir rastlanan biçimde aynı anda birbiriyle kesişince, olağanüstü bir lider çıkmış ortaya… Cesareti, sevgisi ve aklıyla şiddete meydan okuyan bir lider… “Bir kitap, bir kalem, bir çocuk ve bir öğretmen dünyayı değiştirebilir” diyen Malala, kız çocuklarının eğitim haklarını savunmak için yaptıklarıyla, 2014’te, henüz 17 yaşındayken Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
Ya Malala Taliban’ın gazabına uğrayan Pakistan’da değil de refah içindeki İngiltere’de doğup büyüseydi? Adı Malala değil de, mesela Lola olsaydı? Babası idealist bir eğitimci olmasaydı? Radyo Molla yerine Radiohead dinleseydi?
“Radyo Molla: “Kızlar burkasız okuyamaz, haşaaa!”
Malala ve ailesi Taliban öncesi dönemde Pakistan’ın bir köyünde mütevazı bir hayat yaşıyordu. Taliban gelene kadar sakin bir hayat vardı Swat’ta… Taliban iktidara geldiğinde başta halk onları sevmişti, çünkü sahneye yumuşak bir giriş yapmıştı Taliban. En başta kızların eğitim haklarını, dini değerleri ılımlı bir biçimde savunmuştu. Evet evet, aynı Taliban…
Tencerede yavaş yavaş ısıtılan kurbağanın hikayesindeki gibi, köylüler de yavaş yavaş ısındı Taliban’a. Kendilerini az ötede bekleyen vahşetin farkına varamamışlardı henüz… “Radyo Molla” dedikleri bir Molla, camiden her gün halka vaaz veriyordu. Köy halkı seviyordu bu konuşmaları dinlemeyi… Radyo Molla halk üzerinde çok etkiliydi.
Bir taraftan bu ılımlı vaazlar devam ederken, öte taraftan Taliban yavaş yavaş diğer bilgi kaynaklarını etkisiz hale getirdi… Önce “dine uygun olmayan” kitaplar, dergiler, filmler meydanlarda yakıldı. Başka bilgi kaynağına erişim kalmadığından, artık bütün köy molla ne derse onu dinlemek ve ona inanmak zorundaydı. Modern toplumda güç sahiplerinin medyayı ele geçirip kendi çıkarlarına hizmet eden bilgileri tek gerçeklik gibi sunmaları misali, köyün tek yayın kanalı olan cami de Taliban’ın tekelindeydi.
Önce kitaplar, sonra polisler, sonra okullar yok edildi…
Bir süre sonra Radyo Molla’nın o en baştaki ılımlı mesajları, farklı bir rotaya çark etmişti. Kitaplar, filmler yakıldıktan sonra sıra askere ve polis karakollarına geldi. Onlar da teker teker bombalandı, rejime karşı çıkanlar birer birer öldürüldüler. Başta Taliban’ı seven halk artık çok huzursuzdu. Ama huzursuz olduğunu söylemek bile yeterince suçtu.
Sonrasında sıra aşırı uçlar için tehlikenin en temelini oluşturan meseleye, yani eğitime geldi… Neden mi eğitim? Eğitim çocuklara sorgulamayı öğrettiği için, en azından böyle bir potansiyel taşıdığı için… Eğitim, bağımsız düşünmeyi teşvik edebileceği için. Okuyan çocuklar, baskıcı rejime tehdit teşkil edeceği için… Okullar birer birer bombalanmaya başlandı.
“Hele ki kız çocukların okuması aslaaa, haşaaa kabul edilemez” demişti Taliban. 2009’da kız çocuklarının okula gitmesini yasaklamış, sadece burka giyerlerse okula gidebileceklerini ilan etmişti. Oysa Malala yüzünü örtmek istemiyordu; onun için “yüzümü örtmek kimliğimi örtmek gibiydi”. Ama Taliban’ın emrine uymamak, ölümle cezalandırılmak demekti.
Taliban, kendilerine karşı gelenlerin isimlerini caminin hoparlöründen bir bir bütün köye yayınlıyor, tehditler savuruyor, buyruklara uymayanları öldürüyordu. Halk korku içinde sinmişti…
Taliban’ın baskısını ve zulmünü haber yapmak isteyen uluslararası gazeteciler her gün kapıları çalıp bilgi almak istese de, kimse korkudan konuşmak istemiyordu. Ama Malala’nın “sessiz kalmak yaşama hakkını kaybetmektir” diyen cesur babası, bir gün çok riskli bir karar alarak, okulunun kapılarını BBC muhabirlerine açmaya karar verdi.
Kimdi bu Gül Makai?
BBC muhabiri, Taliban’ın yaptıklarıyla ilgili günlük haber alabilmek istiyordu. Kimse buna cesaret edememişti, adı “cesaret” anlamına gelen Malala dışında… Babası onu ne zorlamış, ne de engel olmuştu. Bu onun hayatı, onun kararıydı. Kimse karışamazdı.
Gul Makai takma ismiyle, Taliban rejiminde yaşayan bir kız çocuğu olmanın ne demek olduğunu her gün bir bloğa yazdı Malala… Yazdıklarını her gün gizli gizli BBC muhabiriyle paylaşmaya başladı. Ta ki bir gün Taliban durumu öğrenene kadar…
Olanları öğrenince çılgına dönen Taliban, Malala’yı ve ailesini tehdit etmeye başladı. “Kim olduğunu biliyoruz, ayağını denk al, sonun kötü olur” nidaları yükselmeye başlamıştı Radyo Molla’dan. Ama kimse Taliban’ın çocukları hedef alacağını, o kadar da zalim olabileceğini düşünmüyordu, kurbağaların suyu iyiden iyiye ısınmıştı. Dinden imandan söz eden bir örgüt çocukları hiç öldürür müydü? Öldürmez diye düşünüyorlardı.
Ama yanılıyorlardı. Bir gün Malala ve kız arkadaşları okul servisiyle okuldan eve dönüyordu. Yüzü örtülü, silahlı bir Taliban militanı durdurdu servislerini: “Malala hanginizse ortaya çıksın!” diye bağırdı. Yoksa hepinizi vururum!” Yüzü korkuyla örtülü saldırganın karşısına açık ve korkusuz yüzüyle çıktı Malala, arkadaşlarını korumalıydı…
“Malala benim”.
Tek kurşunla vurdu onu militan. Üstelik Malala kendini ifşa etmesine rağmen, haince diğerlerini de vurdu.
Silahın sahibi saldırgan Malala’ya kıyabilmişse de, adeta silahtan çıkan kurşun böylesine güzel bir kalbe ve beyne kıyamamıştı. Kurşun Malala’nın başına isabet etmiş, beynine ilerlemekten vazgeçip boynuna inmiş ve omzunda durmuştu.
Çocuk, şans verilmeyi bekleyen umuttur. Umut, şans verilmeyi bekleyen çocuktur…
Doktorlara göre yaşama olasılığı çok düşüktü Malala’nın… Ama İngiltere’de gördüğü yoğun tedavinin sonunda bugün eskisinden bir farkı yok. Hala zehir gibi, hala cesur, hala sözünü sakınmayan muzip ve zeki bir kız çocuğu o…
Filmde beni belki de en çok duygulandıran sahnelerden biriydi Malala’nın iyileşme süreci. Ameliyat sonrasında tutmayan ellerinin, anlamsızca etrafa bakan gözlerinin, tedavi, ilgi ve sevginin etkisiyle yavaş yavaş eskiye dönüşmesi… Bir çocuktan asla umudu kesemezsiniz, bunu bir kez daha gördüm. Çocuk henüz yetişmekte olan tohumdur, yaş ağaçtır, potansiyeldir, yolun başıdır, bilinmezdir, umuttur… Ve umut da, şans verilmeyi bekleyen bir çocuktur. Umuda şans verirseniz bir gün mucize sandığınız sonuçlar ortaya çıkabilir. Aynı ölecek gözüyle bakılan Malala’nın tüm gücüyle tekrar ayağa kalkıp dünyayı da ayağa kaldırdığı gibi…
Malala’yı Kim Vurdu?
Malala’ya sordular, seni vuran kişiye öfkeli misin?
“Zerre kadar öfke duymuyorum” dedi. “Benim dinim, hoşgörüyü, sevgiyi, anlayışı öğreten bir din.”
Malala’nın babasına sordular. Malala’yı kim vurdu?
Verdiği cevap çok anlamlıydı: “Malala’yı biri vurmadı. Malala’yı bir ideoloji vurdu.”
O ideoloji Malala’yı hala gördüğü yerde vurmakla tehdit ediyor. Ama Malala ve babası sadece gülümsüyor ve dünyanın her yerinde kız çocuklarının eğitim haklarını savunmaya devam ediyorlar.
“Susmak, yaşama hakkını kaybetmektir” diyor baba… O “Cesaret”e hayat veren adam. Şimdi cesaretle başka kızlara da hayat vermeye devam ediyor.
“Aşırı uçtakiler kendilerini en çok neyin korkuttuğunu gösterdiler: Kitap okuyan bir kız.- Malala”
Geçenlerde sosyal medya sayfamdan kızlar okusun çağrısında bulundum, çünkü kızların okumasını istemeyen bazı güç sahibi kişiler, haberlere konu olmuştu. Asıl üzücü olan, bu çağ dışı düşünceleri, din kisvesinde meşrulaştırmalarıydı. Bunun üzerine kız çocuklarının okumasını desteklemek adına, “Okumadan Asla” diye bir kampanya başlattım.
#okumadanasla #bahareris hashtag’leriyle Facebook ve Instagram’dan kitap okurken fotoğraflar paylaşarak ve kitap okumanın değerine dair bir sloganla, kampanyaya destek verir misiniz? 28 Şubat 2016 Pazar akşamına kadar en yüksek oyu alan 2 fotoğraf ve slogana, Başarı Bilimi ve Her Çocuk Üstün Yeteneklidir kitaplarını hediye edeceğim.
Bu küçük bir kampanya, elbette dünyayı değiştirmek gibi bir iddiası yok. Ama sonuçta birkaç çocuğun bile dünyası değişse, sizce de bu ufak çabaya değmez mi?
11011004_1055641434449708_3509559646527762282_o