“Canavarca bir eylem olan tecavüz … yüzünden bazı erkek ve kadın kurbanlar evlerinin kapılarını açamıyor, büyüdüklerinde sokaklarda dolaşamıyor, kimseye ve hatta kendilerine bile güvenemiyorlar….
 Mini etek giyen kadına tecavüz eden, gerekçe olarak da kendini kontrol edemediğini söyleyenler, o kadının yanında ellerinde sopayla abileri bekliyor olsaydı aynı şeyi yapabilecekler miydi? Yine kendilerini kontrol edemeyecekler miydi?
Gerçeği ört bas eden bu çirkin söylemlerle tecavüzü haklı göstermeyin!”
Bu sözlerin sahibi olan kadın, 7 yaşında küçücük bir kız çocuğuyken annesinin sevgilisi tarafından defalarca tecavüze uğramış… Baba sevgisi nasıl bir şey bilmediği için, “yakınlık gördüğü” bu adamı baba sanmış, taciz edildiğini anlayamamış bile…
            “Bana yavaşça sarıldı ve hiç bırakmasın istedim. Kendimi evimde hissettim. Bana öyle sarılıyordu ki beni      hiç bırakmayacağını ya da bana kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğini biliyordum. O muhtemelen benim gerçek babamdı ve nihayetinde birbirimizi bulmuştuk…”
Tecavüzcü “olanları anlatırsan ağabeyini öldürürüm” diye tehdit ettiğinde, babam niye böyle söyledi diye üzülen küçücük bir kız çocuğu… Adamın yaptıkları ortaya çıkana kadar, hatta çıktıktan sonra bile uzun süre neler olup bittiğini anlayamayan tertemiz bir kız çocuğu…
Bundan 80 yıl önce, ırkçılığın kol gezdiği bir dönemde ABD’nin güneyinde yaşayan siyahi bir kız çocuğu… Bugün, neredeyse bir asır sonra, bizim ülkemizde yaşasaydı büyük olasılıkla tecavüzcüsü tarafından öldürülecek olan, öldürülmezse tecavüzcüsüyle evlendirilmesi salık verilecek olan, zaten bazılarına göre yaşı evlenmeye uygun olan, bazılarına göre “kesin kuyruk sallamış” olan, bazılarına göre bu “utanç” karşısında “susması” doğru olan 7 yaşında bir kız çocuğu…
Bu kız çocuğu, hayatının ilerleyen döneminde dünyaca üne kavuşan Amerikalı yazar, Maya Angelou. Hayat Bilgesi dizisinin ikinci kitabını hazırlarken, neredeyse tüm kitaplarını ve röportajlarını okuduğum muhteşem Maya Angelou…
İçinde anlatılmamış bir hikaye taşımaktan daha büyük bir ıstırap yoktur” diyor Maya. Yaşadığı travmatik çocukluğu onun gibi sevgiyle ve bilgiyle mayalayıp başkaları için müthiş bir hayat dersine dönüştüren de var dünyada, ana babasından çocukken yediği dayağın acısını nefretle yoğurup bütün bir milletten, dünyadan intikam almaya çalışan da…
“Konuşun, beyler! Konuşun, hanımlar! Bizi sıçanlardan ve gergedanlardan gerçek anlamda ayıran tek şey bu. Ne hissettiğimizi söyleyebilme yetimiz.” diyor Maya.
Tecavüze ve ırkçılığa maruz kalmış bir “kadın olarak sus”mayı değil, konuşmayı seçmiş.
Konuşmayı seçtiği için de hikayesi kim bilir kaç kızın, kaç kadının kaderini değiştirmiş, değiştiriyor ve değiştirecek… Konuşarak kendi kaderini değiştirdiği apaçık…
Ya “konuşamayanın kaderi” ne?
            Kütahya’da ağabeyinin tecavüz ettiği Aysun, tabancayla intihar etti.
            Antalya’lı H.E., zihinsel engelli bir kız çocuğuydu. 6 yıl boyunca öz babasının tecavüzüne uğradı. Doğan iki bebeği de babası tarafından öldürüldü.
            Adıyaman’da yaşayan Fatma, 16 yaşındaydı. İsteği dışında evlendirildi. Önce tarım ilacı içti, ardından av tüfeğiyle intihar etti.
            Elazığ’da bir köyde yaşayan 8 yaşındaki S.A., yedi yıl boyunca yüzlerce erkeğin tecavüzüne uğradı. Annesi bile onu suçladı. Tüm köy sessiz kaldı.
            13 yaşındaki N.C. 28 kişinin tecavüzüne uğradı. Mahkemede “rızası vardı” dediler. 13 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edenler, iyi hal indirimi aldı.
            N.C. artık hayatta değil.
Gazetelerdeki hastalıklı haberler listesi böyle utanmazca uzayıp gidiyor. İnsanın kanı donuyor donmasına, ama asıl büyük darbeyi vuran cinsiyetçi söylemleriyle bunları meşrulaştıran politikacılar değil mi?
Akıl almaz bir şefkat ve empati yoksunluğuyla, kız çocuklarının yaşadığı baskı ve zulmü meşrulaştırmaya çalışan sözde ahlaklı kadınlar değil mi?
Bu cahilliğe, sapkınlığa, sevgisizliğe dini alet eden, olanları çarpık bir namus anlayışı kisvesinde normalleştiren, mevcut güç düzenini sürdürmeye hizmet eden çıkarcı çakallar değil mi insanın daha çok kanını donduran?
Maya 7 yaşındayken ona tecavüz eden adam da “sus”masını salık vermiş. “Konuşursan abin ölür” diye tehdit etmiş onu.
Konuşmanın bir bedeli ölümse, susmanın tek bedeli ölüm: Ya öldürülmek, ya intihar ederek ölmek ya da yaşarken ölmek…
Oysa konuşmakta umut var. “Ses”te hayat, “sessizlik”te ölüm var. Titanik batarken etrafı bürüyen ölüm sessizliğinde, suyun üzerinde bir eliyle önündeki tahta parçasına tutunurken, diğer elindeki düdüğü son bir gayretle üfleyip hayatı kurtulanların düdüğünden çıkan o fısıltıda gizli hayat…
Konuşmak, ölmeyi ve yenilmeyi reddetmek demek…
“Kadın olarak sus” ifadesi neden bu kadar ölümcül anlayabiliyorsunuz değil mi? Çünkü bu cümleye göre “kadın eşittir susmak”. Susmak eşittir boyun eğmek, vazgeçmek, kabullenmek, ölmek…
Bazen bu kötülük zincirinin nereden kırılabileceğini düşünüyorum. Kötülük yapanları, zihnimde küçük birer çocuk olarak hayal etmeye çalışıyorum. Sevgisiz ve ilgisiz bırakılmış küçük çocuklar… Çünkü bazı insanların nasıl bu kadar kötü olabildiklerini, ancak sevgisiz ve eğitimsiz geçen bir çocuklukla açıklayabiliyorum.
Kimileri “tohumu kötü” diye açıklayabilir. Bana göre kötü bir tohum bile sevgiyle sulandığında, eğitimle büyüdüğünde, ortaya bir cani çıkması çok zorlaşır. Tohumun geninde kötülük olduğunu kabul etsek bile, sevginin ve iyi bir eğitimin etkisiyle, o kötülük uykudan uyanmaz, dışarı çıkacak yol bilemez, bulamaz; en azından etkisi büyük boy zarar veremeyecek kadar sınırlanır.
Bir kitapta okuduğum bir Kızılderili hikayesi bu konuda hayata bakışımı çok değiştirmişti. Bir kabilede genç bir çocuk başka bir genç çocuğu öldürür. Öldürülen çocuğun ailesi, katilin idamını ister. Kabile reisi bütün köy meclisini toplayıp sorar:
“Bir çocuk öldü. Bir çocuğu daha kaybetmek mi istiyorsunuz? Acınızda sonuna kadar haklısınız, ama bir çocuk daha mı gitsin? Onun yerine kaybettiğiniz çocuğun yerine bu çocuğu evladınız olarak kabul edemez misiniz? Öfkenizi sevgiye çevirip ona akıtamaz mısınız?”.
Kabile üyeleri çok düşünür, tartışır ve sonunda reisin dediğini yapmaya karar verir. Katili evlatları gibi benimserler. Yiten evlatlarının bütün sevgisini ona verirler. Ve hiç hak etmediği halde kendisine verilen bu sevgi karşısında, katil çocuk, bütün hayatını büyük bir minnet ve sevgi duygusu içinde onlarla aynı ailede, iyi bir insan olarak yaşar.
Maya Angelou da kendisine yapılan kötülüğü affetme yolunu seçmiş. Bunu her şeyden önce kendisi için yapmış:
Hayatta kendine verebileceğin en büyük hediyelerden biri, affetmektir. Herkesi affetmek. Taşıdığın pişmanlık yükünü atacaksın. Gerçekten hafiflediğini hissedeceksin. Ama sevmeden affedemezsin.
Kötülüğe böylesine yüce bir iyilikle cevap vermek zor, kimilerine göre fazla naifçe olabilir… Ama kötülüğe kötülükle cevap vermek belki de zinciri devam ettirmekten başka bir şeye yaramıyor, özellikle de söz konusu bir çocuksa. Zinciri kırmanın en etkili yolu, sevgi ve eğitim. Çocuklara en başından itibaren sevgi vermek, eğitim vermek ve bir ses vermek…
            Ben bir çocuk doğurdum, bir oğlan, ama binlerce kızım var. İçinizde Siyah,Beyaz, Yahudi, Müslüman, Asyalı, İspanyol, Kızılderililer… var. Kiminiz şişman, kiminiz zayıf, kiminiz güzel ya da çirkin, eşcinsel ya da değil, eğitimli ya da değil. Ben hepinize sesleniyorum.”
 Maya, “Kızıma Mektuplar”da gençlere böyle sesleniyor.
Maya’nın bir kızı yok. Benim de bir kızım yok: Bütün çocukları kendi çocuğun gibi sevebilmek ve kabullenebilmek için bir kızın ya da oğlun olmasına gerek yok. “İnsan” olmak yeterli koşul.
Maya’nın seçtiği gibi, sevmeyi seçmek, anahtar bu… “Ben sevgiye yer verilmeyen hiç bir devrime güvenmem” diyor bir yazısında.
Buraya kadar yazılanların çoğunu bir çocuğun okuması uygun olmayabilir. Ama buradan sonrasındaki öğütleri çocuklara, özellikle kız çocuklarına ve içinizdeki çocuğa da okutmanızı çok isterim.
Çünkü hepimizin güçlü, bilge, sevgi dolu bir kadının umut ve güven aşılayan sesine ihtiyacı var…
            Başına gelen bütün olayları kontrol edemeyebilirsin, ancak bunların senden bir şeyler almasına engel olmayı seçebilirsin. Birinin bulutundaki gökkuşağı olmaya çalış. Şikayet etme. Hoşlanmadığın şeyleri değiştirmek için her türlü çabayı göster. Eğer bir değişiklik yapamıyorsan,  düşünce şeklini değiştir. Yeni bir çözüm bulabilirsin.
            Asla sızlanma. Sızlanmak, bir zalime etrafta bir kurban olduğu haberini verir.
            Dürüst olmak insanı özgürleştirir. İnsan bildiği her şeyi söylemek zorunda değildir, ama söylediğimiz şeylerin doğru olduğuna dikkat etmemiz gerekir.
            Ölmeden önce insanlık adına muhteşem bir şey yapmak için elinden geleni yap.
             Aile sevgisi, bir insanı sevmek, insanı iyileştirebilir. Büyük, güçlü bir toplumun açtığı yaraları sarar.
             Hayat gemim, sakin sularda ilerlemeyebilir. Yaşamımdaki mücadele dolu günler, parlak ve umut verici görünmeyebilir. Fırtınalı ya da güneşli günlerde, muhteşem ya da yalnız gecelerde minnettar tutumumu hep            korudum. Karamsar olmakta ısrar etsem bile, her günün bir yarını vardır. Bugün çok şanslıyım.
             Annemden öğrendim ki, bir başkasına sadece gülümseyerek de cömertlik yapabilirsin. İnce bir söz, bir destek oyu da cömert bir hediye olabilir.
             Dua ediyorum, devam ediyorum ve olabildiğince çok gülüyorum. Dengeyi bulmak için, en az ağladığınız kadar gülmelisiniz.
              Enerjini yitirme! Bazen genç kadınlar, “Kahretsin, yıllardır bu işle uğraşıyorum ve hiç bir şey değişmedi” diye düşünüyorlar. Ama gayretle çalışmaya devam edin. Hiçbir şey başarı kadar başarılı değildir.  Biraz başarı kazanın, sonra arkası gelir.
             Hayatta şunu öğrendim: Ne olursa olsun, bugün ne kadar kötü görünürse görünsün, hayat devam ediyor ve yarın daha iyi bir gün olacak.
             Konuşun, beyler. Konuşun, hanımlar! Bizi sıçanlardan ve gergedanlardan gerçek anlamda ayıran tek şey bu. Ne hissettiğimizi  söyleyebilme yetimiz.
“Ben buna inanıyorum”. “Benim ihtiyacım olan bu” deyin.
Konuşmaya başlayın, lütfen.
 
 
Kaynaklar:
Hayat Bilgesi 2: Dünya Büyüklerinden Hayat Dersleri. Mümin Sekman     (Konsept Danışmanı). Alfa   Yayınları.
 
Kızıma Mektuplar. Maya Angelou. Profil Yayınları.