TÜSİAD, 16 Aralık 2013’te “Türkiye’de Öğretmen Eğitimini Yeniden Yapılandırmak İçin Bir Model Önerisi” konulu bir toplantı düzenledi. İş ve akademi dünyasından isimler 21. yüzyılda eğitimin nitelikler
Tartışılan konular arasında “Nasıl bir öğretmen?” sorusu da vardı. Mevcut öğretmenlerin alanlarında yüksek lisans yapması, öğretmenleri motive etmek ve desteklemek için teşvik programları hazırlanması, eğitim fakültelerine öğrenci seçerken seçme kriterlerinin değiştirilmesi ve öğretmenliğe ilgi ve yeteneği olan öğretmenlerin seçilmesi, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi ve öğretmenliğin cazip bir meslek haline getirilmesi gibi öneriler sunuldu.
Çok yerinde ve önemli öneriler.
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde 9 yıldır ders veriyorum. Öğrencilerim, öğretmen adayları. Dönem başında ya da yeri geldikçe “Neden öğretmenlik bölümünü seçtiniz?” diye soruyorum. Öyle cevaplar alıyorum ki, soruyu “Buraya nasıl düştünüz?” diye yeniden sorasım geliyor. Cevapların azımsanamayacak bir kısmı, “Ailem istediği için”, “Puanım buna yettiği için”, “Başka bir şey olabileceğimi düşünmediğim için” şeklinde. “Öğretmen olmayı düşünmüyorum”, “Henüz öğretmen olmak istediğime emin değilim” de cevaplar arasında. “Çocukları sevdiğim için”, “Topluma faydalı olmak istediğim için”, “Öğretme tutkusu duyduğum” için diyenler de var, ama onlar maalesef azınlık.
Öğretmenin “puanı tuttuğu için” ya da “ailesi öyle uygun gördüğü için” mesleğe girmiş olması ne kadar kabul edilebilir? Çocuğunuz varsa düşünün: Böyle bir öğretmeni olduğunu bilmek size ne hissettirir?
Taksilere taksimetre takıldığı gibi öğretmenlere sevgi-metre, ilgi-metre gibi bir ölçüm cihazı takamayız. Belki öğretmen adayını yalan makinesine bağlayıp, “Söyle, çocukları seviyor musun?” diye sorgulayabiliriz, ama bu da mesleğe motive edici bir giriş olmaz (Yine de çocukları sevgisiz insanlara teslim etmektense böyle bir yöntem yeğ olabilir diye düşünmeden edemiyorum).
Yalan makinesi seçeneğine gelmeden önce, dünyadaki iyi uygulamalara bakılabilir. Örneğin akademik başarı ölçümlerinde hep en tepede çıkan Finlandiya, güzel bir model sunuyor. Finlandiya’da eğitimin bu derece başarılı olmasında en önemli faktör, kaliteli öğretmenler. Öğretmenler diğer mesleklere kıyasla iyi bir maaş alsa da, başarının ve kalitenin arkasındaki tek neden bu değil.
Peki ne? Bu başarıda rol oynayan en önemli faktörler:
• Öğretmenlere duyulan saygı,
• Mesleğe seçilme süreci,
• Çalışma koşulları
olarak belirlenmiş. İlkokul öğretmenliği Finlandiya’da en çok tercih edilen kariyer, çünkü öğretmenlik Finlandiya’da en prestijli ve en saygı gören meslek. Bir kere Finladiya’da üniversitenin öğretmenlik bölümüne girebilmek çok zor. TÜSİAD toplantısında da önerildiği gibi, öğretmen olabilmek için az master derecesine sahip olmak gerekiyor. Eğitim fakültelerine başvuran on öğrenciden sadece biri seçilebiliyor.
Dolayısıyla öğretmenlik bölümüne seçildiyseniz çok başarılı ve prestijli bir konumdasınız demek. Zor bir mesleğe seçilmiş olmanın getirdiği bir tatmin duygusu var. Mesleğe ve insana duyulan saygının, kazanılan parayla ölçüldüğü bir toplumda bunu anlamak zor olabilir. İşte belki de en çok bu yüzden öğretmenlik mesleğine giriş çok daha zor ve seçici olmalı. Çünkü bu algıyı değiştirecek olanlar da öğretmenler: Mesleği çok seven ve yeteneği olan kişi öğretmenliği seçmişse, işin maddi boyutunu birinci plana oturtmayacak kişi öğretmenliği seçmişse, çocuğa değer veren kişi öğretmenliği seçmişse, çocuk öğretmenini sevecek, rol model alacak, hayatta tatmin duygusunun sadece parayla elde edilmediğini görebilecektir belki…
Finlandiya’da sınavın yanında öğretmenlik eğitimi adaylarının lise notlarına, hayatta başka ne gibi faaliyetlerle uğraştıklarına bakılıyor. Bu aşamayı geçenlere uygulamalı olarak ders anlattırılıyor, aday mülakata alınıyor ve böylece sadece puanı tutanlar değil öğretmenliğe eğilimi ve yeteneği olanlar seçiliyor. Dolayısıyla öğretmenlik “başka birşey tutturamadığın” ya da “hayatta başka birşey olamadığın” için girdiğin bir bölüm değil. Gerçekten çok istemen lazım.
Öğrenci mezun olup öğretmen olduktan sonra da, müfredatı nasıl öğreteceği konusunda esnek. Müfredatta yaratıcılık ve yenilikçilik ön planda, öğretmenlere de yaratıcı taraflarını ortaya koyma fırsatı tanınıyor. Öğretmenlerin bundan çok büyük tatmin duydukları görülüyor. Öğretmenlik mesleğini seçtikten sonra meslekte kalma oranı %90.
İdeal dünyada elbette herkes mesleğini severek, tutkuyla yapmalı. İdeal bir dünyada yaşamıyoruz ve belki de çok az insan sevdiği mesleği yapıyor. Ama illa ki sevgiyle yapılması gereken bir meslek varsa o da öğretmenlik. İşiniz çöpçülükse çöplere sevgiyle yaklaşmanız gerekli değil ya da avukatsanız müvekkilinize sevgi duymamanız kabul edilebilir. Ama öğretmenlik öyle değil. Küçücük bir çocuk, hayatının çok önemli bir dönemini ve önemli bir zaman dilimini anne babasından sonra en çok öğretmeniyle geçiriyor. Öğretmenin yaptığı, yapmadığı, söylediği, söylemediği her şey hayatını şekillendiriyor. Yaptığı işe sevgi duymayan, değer vermeyen bir öğretmen çocukta derin yaralar açarken, tam tersi bir öğretmen sonsuz kapılar açabiliyor.
Finlandiya’da eğitim fakültesindeki meslektaşım öğrencisine neden bu mesleği seçtin diye sorduğunda, gerçekten de öğrenci o mesleği “seçmiş” oluyor.
Amaç, 300.000 öğretmenin atama beklediği, 127.000 öğretmen açığı olan, 70 milyonluk Türkiye’yi, avuç kadar Finlandiya’yla karşılaştırmak değil. Asıl amaç, dünyadaki iyi modellere bakıp, biz bunun hangi kısımlarından faydalanabiliriz sorusunu sormak. Biz de çocuklarımızın öğretmenlik mesleğine “düşmüş” değil öğretmenlik mesleğini “seçmiş”, “yaralar” değil “kapılar” açan insanların elinde yetişmesini istiyorsak, bu tür iyi modelleri kendimize nasıl adapte edebileceğimizi ciddi ciddi düşünmemizde fayda var.
Çok yerinde ve önemli öneriler.
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde 9 yıldır ders veriyorum. Öğrencilerim, öğretmen adayları. Dönem başında ya da yeri geldikçe “Neden öğretmenlik bölümünü seçtiniz?” diye soruyorum. Öyle cevaplar alıyorum ki, soruyu “Buraya nasıl düştünüz?” diye yeniden sorasım geliyor. Cevapların azımsanamayacak bir kısmı, “Ailem istediği için”, “Puanım buna yettiği için”, “Başka bir şey olabileceğimi düşünmediğim için” şeklinde. “Öğretmen olmayı düşünmüyorum”, “Henüz öğretmen olmak istediğime emin değilim” de cevaplar arasında. “Çocukları sevdiğim için”, “Topluma faydalı olmak istediğim için”, “Öğretme tutkusu duyduğum” için diyenler de var, ama onlar maalesef azınlık.
Öğretmenin “puanı tuttuğu için” ya da “ailesi öyle uygun gördüğü için” mesleğe girmiş olması ne kadar kabul edilebilir? Çocuğunuz varsa düşünün: Böyle bir öğretmeni olduğunu bilmek size ne hissettirir?
Taksilere taksimetre takıldığı gibi öğretmenlere sevgi-metre, ilgi-metre gibi bir ölçüm cihazı takamayız. Belki öğretmen adayını yalan makinesine bağlayıp, “Söyle, çocukları seviyor musun?” diye sorgulayabiliriz, ama bu da mesleğe motive edici bir giriş olmaz (Yine de çocukları sevgisiz insanlara teslim etmektense böyle bir yöntem yeğ olabilir diye düşünmeden edemiyorum).
Yalan makinesi seçeneğine gelmeden önce, dünyadaki iyi uygulamalara bakılabilir. Örneğin akademik başarı ölçümlerinde hep en tepede çıkan Finlandiya, güzel bir model sunuyor. Finlandiya’da eğitimin bu derece başarılı olmasında en önemli faktör, kaliteli öğretmenler. Öğretmenler diğer mesleklere kıyasla iyi bir maaş alsa da, başarının ve kalitenin arkasındaki tek neden bu değil.
Peki ne? Bu başarıda rol oynayan en önemli faktörler:
• Öğretmenlere duyulan saygı,
• Mesleğe seçilme süreci,
• Çalışma koşulları
olarak belirlenmiş. İlkokul öğretmenliği Finlandiya’da en çok tercih edilen kariyer, çünkü öğretmenlik Finlandiya’da en prestijli ve en saygı gören meslek. Bir kere Finladiya’da üniversitenin öğretmenlik bölümüne girebilmek çok zor. TÜSİAD toplantısında da önerildiği gibi, öğretmen olabilmek için az master derecesine sahip olmak gerekiyor. Eğitim fakültelerine başvuran on öğrenciden sadece biri seçilebiliyor.
Dolayısıyla öğretmenlik bölümüne seçildiyseniz çok başarılı ve prestijli bir konumdasınız demek. Zor bir mesleğe seçilmiş olmanın getirdiği bir tatmin duygusu var. Mesleğe ve insana duyulan saygının, kazanılan parayla ölçüldüğü bir toplumda bunu anlamak zor olabilir. İşte belki de en çok bu yüzden öğretmenlik mesleğine giriş çok daha zor ve seçici olmalı. Çünkü bu algıyı değiştirecek olanlar da öğretmenler: Mesleği çok seven ve yeteneği olan kişi öğretmenliği seçmişse, işin maddi boyutunu birinci plana oturtmayacak kişi öğretmenliği seçmişse, çocuğa değer veren kişi öğretmenliği seçmişse, çocuk öğretmenini sevecek, rol model alacak, hayatta tatmin duygusunun sadece parayla elde edilmediğini görebilecektir belki…
Finlandiya’da sınavın yanında öğretmenlik eğitimi adaylarının lise notlarına, hayatta başka ne gibi faaliyetlerle uğraştıklarına bakılıyor. Bu aşamayı geçenlere uygulamalı olarak ders anlattırılıyor, aday mülakata alınıyor ve böylece sadece puanı tutanlar değil öğretmenliğe eğilimi ve yeteneği olanlar seçiliyor. Dolayısıyla öğretmenlik “başka birşey tutturamadığın” ya da “hayatta başka birşey olamadığın” için girdiğin bir bölüm değil. Gerçekten çok istemen lazım.
Öğrenci mezun olup öğretmen olduktan sonra da, müfredatı nasıl öğreteceği konusunda esnek. Müfredatta yaratıcılık ve yenilikçilik ön planda, öğretmenlere de yaratıcı taraflarını ortaya koyma fırsatı tanınıyor. Öğretmenlerin bundan çok büyük tatmin duydukları görülüyor. Öğretmenlik mesleğini seçtikten sonra meslekte kalma oranı %90.
İdeal dünyada elbette herkes mesleğini severek, tutkuyla yapmalı. İdeal bir dünyada yaşamıyoruz ve belki de çok az insan sevdiği mesleği yapıyor. Ama illa ki sevgiyle yapılması gereken bir meslek varsa o da öğretmenlik. İşiniz çöpçülükse çöplere sevgiyle yaklaşmanız gerekli değil ya da avukatsanız müvekkilinize sevgi duymamanız kabul edilebilir. Ama öğretmenlik öyle değil. Küçücük bir çocuk, hayatının çok önemli bir dönemini ve önemli bir zaman dilimini anne babasından sonra en çok öğretmeniyle geçiriyor. Öğretmenin yaptığı, yapmadığı, söylediği, söylemediği her şey hayatını şekillendiriyor. Yaptığı işe sevgi duymayan, değer vermeyen bir öğretmen çocukta derin yaralar açarken, tam tersi bir öğretmen sonsuz kapılar açabiliyor.
Finlandiya’da eğitim fakültesindeki meslektaşım öğrencisine neden bu mesleği seçtin diye sorduğunda, gerçekten de öğrenci o mesleği “seçmiş” oluyor.
Amaç, 300.000 öğretmenin atama beklediği, 127.000 öğretmen açığı olan, 70 milyonluk Türkiye’yi, avuç kadar Finlandiya’yla karşılaştırmak değil. Asıl amaç, dünyadaki iyi modellere bakıp, biz bunun hangi kısımlarından faydalanabiliriz sorusunu sormak. Biz de çocuklarımızın öğretmenlik mesleğine “düşmüş” değil öğretmenlik mesleğini “seçmiş”, “yaralar” değil “kapılar” açan insanların elinde yetişmesini istiyorsak, bu tür iyi modelleri kendimize nasıl adapte edebileceğimizi ciddi ciddi düşünmemizde fayda var.