Ortaokul ve liseyi Nişantaşı Anadolu Lisesi’nde okudum. Başarılı bir öğrenciydim. Her dönem takdir alırdım. Öğretmenlerim beni çok severdi. Annemle babamın en sevdikleri faaliyet veli toplantılarıydı.

Derslerim iyiydi; beden eğitimi hariç. Beden eğitimi bana zor gelirdi. Atletik bir yapım yoktu, çocukluktan beri herhangi bir spor yapmamıştım, spora ilgi de duymamıştım. Hayatımda öyle bir rol model de yoktu. Beden eğitimi notlarım 6, 7, 8 civarında olurdu. Daha yukarısını biraz zor görürdüm. Benim dünyam okumaktı, yazmaktı, romanlardı, kitaplardı.Bir kış günüydü. Yanılmıyorsam ortaokul birinci sınıftaydım. O gün hastaydım, ama evde kalmamı gerektirecek kadar hasta olmadığım için ailem beni okula göndermişti.
Şansıma o gün beden eğitimi dersinde  sınav vardı. Hem de istasyon hareketleri… Ardı ardına bir sürü zor hareket… Kara kara  ne yapacağımı düşünürken sıra bana geldi.
O dönem beden öğretmenimiz Emel Döner’di. Emel Öğretmen’e hepimiz hayrandık: Gençti, güzeldi, atletikti. Beden öğretmeni gibi beden öğretmeniydi işte. Emel Öğretmen beni görünce “Hasta mısın?” diye sordu. Rahmetli İngilizce öğretmenimiz Hasan Cengiz Akan bize Hazırlık sınıfında hep “Ne olursa olsun bahanelerin arkasına sığınmayın” derdi. “Evet, ama sınava girmek istiyorum” dedim.  “Peki, sen bilirsin” dedi Emel Öğretmen.
Hareketlere başladım. Maratona katılmış gibi hissediyordum. Yanlış hatırlamıyorsam 8-10 hareket vardı. Yarım yamalak da olsa her hareketi  yapabildiğimce yapmaya çalışıyordum… Sonuna doğru artık iyice yorulmuştum, ama en sonunda tamamladım.
Beden eğitimi salonunu hatırlıyorum. O küçücük halimle bana dünyanın en büyük salonu gibi görünürdü. Sahne dün gibi aklımda: Uçuk sarı eşofmanım ve iki yana örgülü saçlarımla ufak tefek bir ben, salonun tam ortasında duruyordum. Arkamdaki duvarın önünde bütün hareketlerimi izlemiş ve ortaokul yıllarının verdiği acımasızlıkla bir kısmı benimle dalga geçmiş sınıf arkadaşlarım, önümde, elinde not defteriyle Emel Öğretmen… Hareketleri yarım yamalak yapmış olmanın ezikliğiyle, alacağım kırık notun korkusuyla başım hafifçe öne eğik karar anını bekliyordum.
“Aferin yavrum” dedi Emel Öğretmen. Ne? “Hastalığının arkasına sığınmadın, bütün hareketleri yaptın. Çaba gösterdiğin için sana 10 veriyorum”.
Hayalet diye bir film vardır, hatırlar mısınız? “Ghost”. Patrick Swayze ve Demi Moore başrolde oynar. İkisi evli ve mutludur ama Patrick talihsiz bir kazada ölür ve öldükten sonra hayaleti sürekli Demi’yi ziyarete gelir. Ama hayalet olduğu için asla kendini ona gösteremez. Sonra hayatlarına bir büyücü girer ve bir gün Patrick’in hayaleti büyücü kadının bedenine girerek kısa süreli de olsa fiziksel olarak dokunulabilir hale gelir. Çok kısa  bir süre için de olsa Demi Patrick’e tekrar dokunabilir.
“Aferin yavrum. Hastalığının arkasına sığınmadın, bütün hareketleri yaptın. Çaba gösterdiğin için sana 10 veriyorum”.
İşte o an mutluluk denen duygu da, soyut bir duygu olmaktan çıkıp, bedenime girip, dokunulabilecek kadar gerçek hale gelmişti… Hayatımda ilk defa beden eğitiminden 10 alıyordum. O güne dek ben, beden eğitimi ve 10 tam puanın bir araya gelmesi;  Nagehan Alçı, Nazlı Ilıcak  ve Fazıl Say’ın aynı ideal etrafında buluşması kadar imkanlıydı.
Beni  bu kadar mutlu eden ve heyecanlandıran o not değildi sadece. Orada çok daha önemli bir şey oldu o gün. Beni asıl gururlandıran, bütün arkadaşlarımın önünde çabam için takdir edilmiş olmaktı. Öğretmenimin, hareketlerimin tüm eksikliklerine, hatalarıma karşın, çabamı hiçe saymamış olması, her şeyin üstünde tutmuş olmasıydı. Mükemmel olmak değildi en önemli olan. Önemli olan elinden gelenin en iyisini yapmaktı. Laf olsun diye söylememişti bunu, çünkü bana aferin demiş ve 10 vermişti. Çaba önemli deyip kırık not verseydi o zaman samimiyetine inanmazdım. O samimiydi.
Okulda, önemli bilgi olduğunu düşündüğüm Haçlı Seferleri’nin tarihleri ile Pisagor teoreminin formülü arasında sıkışmış bir yerde; satır arası gibi, önemsiz gibi görünen o birkaç cümle, bugüne kadar hep benimle geldi.
Öğrenmek nedir? Bir bilgiyi içselleştirmek, hayatının bir parçası kılmak mı? Öyleyse eğer, ben bugün ne Haçlı seferlerinin tarihini hatırlıyorum ne Piasgor teoremini… Demek ki bunları öğrenmemişim. Ama ben o gün çaba göstermenin değerini öğrendim… O gün hasta olmama karşın çok hasta olmadığım için beni okula gönderen ailem, “asla bahanelerin arkasına sığınmayın” diye bize öğüt veren rahmetli İngilizce öğretmenimiz Hasan Cengiz Akan ve “çabaladığın için bu notu hak ettin” diyen sevgili beden öğretmenim Emel Döner belki farkında olmadıkları bir işbirliği içinde bana bir hayat dersi verdiler…. Çünkü hayatım boyunca aynı şekilde davranmaya devam ettim.
Şu anda da biraz hastayım. Ama yazımı az sonra teslim edeceğim.
Teşekkür ederim Emel Öğretmenim…