Bir doğumun başarılı geçmesinde en önemli etkenlerden biri, anne ve bebeğin beyinlerinin uyum içinde hareket etmesi. İki beyin bir olunca, uterus seyran oluyor!
Annenin beyni, hamileliğinin sonlarına doğru, yüksek miktarda bir hormon salgılıyor. Bu mucizevi hormonun adı “oksitosin”!
Oksitosinin, süt üretiminden sosyal etkileşime, güvenli bağlanmadan stresi azaltmaya kadar o kadar çok faydası vardır ki, insanın “sen neymişsin oksitosin” diyesi geliyor!
Oksitosin adeta hormon kılığına girmiş, bedenin içinde gezinen ikinci bir anne gibi!
Bu mucizevi hormonun özellikleri ve işlevleri neler?*
“Her Çocuk Üstün Yeteneklidir” kitabının yazarı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Bahar Eriş, oksitosinin özellikleri ve işlevleri konusunda bilgiler verdi.
Hayat, oksitosinle başlar! Bebek ne zaman doğar biliyor musunuz? Kan şekeri düşünce! Çünkü bu, “galiba annem artık beni iyi besleyemiyor” sinyalidir. Beyin hücreleri bu stres sinyalini alınca, derhal hormonal değişim başlar: Oksitosin, rahmin kasılmasını harekete geçirir ve doğumu hızlandırır. Kasılmalarla birlikte bebeğin başı rahim ağzına doğru itilir. Anne bu atak karşısında derhal kontratağa geçer! Daha çok oksitosin üretir. Bebek bunun üzerine iyice pres yapar! Bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: Doğmak!
Doğumu kolaylaştırır. Beyinlerinin büyük bir kısmı eksik halde doğan bebeklere “anensefalik” bebek deniyor. Böyle doğan 150 bebekle bir araştırma yapılmış. Ya prematüre ya da çok geç doğan bu bebeklerin doğumu, normale göre iki kat daha uzun sürüyor. Bunun nedeni, bebeğin beyninde oksitosin olmaması. Oksitosin, doğum sürecini kolaylaştıran bir hormon.
“Suni sancı” dediğimiz oksitosinin ta kendisidir. Bazen doktorlar doğumu başlatmak için oksitosin kullanır. Bizim suni sancı olarak bildiğimiz şey genellikle damardan serum içinde sulandırılarak verilen sentetik oksitosindir.
Annenin beyni, gece daha çok oksitosin üretir. Beden gece dinlenme halindeyken, ana rahmi oksitosine daha duyarlıdır. Doğum süreci genellikle bu zamanlarda başlar. Bebekler genellikle bu sessiz sakin aşamada doğar. Geceleyin ya da sabahın erken saatlerinde…
Yüksek miktarda oksitosin, annenin yeni doğan bebeğinin kokusunu anlamasını sağlar. Bundan sonra anne, bebeğinin kokusunu diğer tüm kokulara tercih eder. Oksitosin, “aşk hormonu” olarak da biliniyor, çünkü sadece doğum sırasında değil, insan aşık olunca da bu hormon salgılanıyor. Belki de annelerin çocuklarına aşkla bağlı olmalarının önemli bir sebebi de bu hormondur!
Doğumdan sonra, anne yüksek miktarda oksitosin üretmeye devam eder. Anne, bebeğini emzirirken, kucağına alırken, oksitosin üretir. Ne kadar çok temas olursa, o kadar çok oksitosin oluşur. Oksitosin bebeğe anne sütünden de geçer. Bebeğin sakinleşmesini sağlar. Bebeğini sadece emzirerek besleyen annelerin oksitosin düzeyinin daha yüksek olduğu bilinmektedir.
Oksitosin, süt üretimini sağlar. Oksitosin, doğumdan sonra annenin süt üretmesini sağlayan hormondur. Nasıl mı? Çocuk anneyi emerken, annenin beynini daha çok oksitosin üretmesi için harekete geçirir. Bunun sonucunda meme bezleri daha çok süt üretir. Bir süre sonra çocuk ağladığında, anne refleks olarak süt üretmeye başlar. Bazen çok güçlü dozda oksitosin üretince, annenin memesinden süt
taşabilir. Bu refleks aslında çiftçilerin yüzyıllardır aşina olduğu bir durummuş: İnekler süt kovasının sallanmasını duyar duymaz memelerinden refleks olarak süt gelirmiş!
“Bağlanma hormonu”dur. Oksitosin, anne ile bebek arasında güvenli bağ oluşturan hormondur. Bu süreç hamileliğin son döneminde başlar. Bu dönemde oksitosin düzeyi çok yükselir. Doğumda zirveye ulaşır. (Sezaryen doğumda normal doğumdaki gibi zirveye ulaşılamadığı söylenmektedir). Bebekle oynamak, bebeği emzirmek annenin beyninin oksitosinle sakinleşmesini sağlar. Çocukla bağını kuvvetlendirir. Ancak anne ve baba çocuğuyla yakın bağ kuramamışsa, çocuğuyla oynadığında oksitosin düzeyi yükselmemektedir.
Babalar da oksitosin salgılar! Doğumdan sonra, baba ve çocuk arasındaki bağlanmada oksitosinin önemli rol oynadığı biliniyor. Baba, çocuğuyla oynarken sevgi dolu bir etkileşim içindeyse, sevgisini gösteren davranışlar sergiliyorsa, oksitosinde artış görülüyor. Anne, baba ve bebeğin uzun süreyle oksitosin üretmeye devam etmesinin, uzun vadede hastalıklara, özellikle kalp hastalıklarına karşı koruyucu bir etkiye de sahip olduğu bilinmektedir.
Yetimhanede büyüyen çocuklarda oksitosin düzeyi daha düşük. Bir çocuğun bakımından sorumlu kişilere güvenle bağlanması için kritik bir dönem var. Bu dönemde “bağlanma hormonu” oksitosinin varlığı çok önemli. Çocuklar uzun süre sevgisiz yaşayınca, oksitosin düzeyleri de uzun süreli olarak düşüyor. Örneğin bir aile ortamında yetişen çocuklarla kıyaslandığında, yetimhanede büyüyen çocukların kanında daha az oksitosin bulunmuş. Evlat edinildikten sonraki 3 yıl içinde bile, ebeveynleriyle temas ettiklerinde oksitosinin normal düzeyde yükselmediği görülmüş. Diğer bir deyişle, bağlanma kabiliyetleri uzun vadeli olarak zarar görmüş.
Aynı şekilde, 1945’te Amerika’da bir yetimhanede bir araştırma yapılmış. Yetimhane temiz bir yermiş. Personel sıkıntısı yokmuş, her 8 bebeğe bir hemşire düşüyormuş. Bebekler iyi besleniyormuş. Ancak bütün bu bakıma rağmen, yetimhanedeki bebeklerin %37’si 2 yaşına gelmeden ölüyormuş… Araştırmacılar, bu soruya cevap aramış. Sonunda bebeklerin yaşamak için ihtiyaç duydukları ama sahip olmadıkları çok önemli şeyi tespit etmişler: Empatiye dayalı iletişim. Bebekler mikroplardan korunsun diye, beşiklerin arasına çarşaflar geriliyormuş. Bunun sonucunda bütün gün yalnız kalıyorlarmış. Bugünkü bilgilere göre, bunun düşük oksitosin düzeyiyle bir ilişkisi olabilir. Çok düşük düzeyde oksitosin ölümcül olabilir!
Duygusal ihmal ve taciz, oksitosini azaltır. Duygusal olarak ihmal edilen ya da fiziksel olarak taciz edilen kadınlarla yapılan bir araştırma, beyin sıvısındaki oksitosin miktarının önemli ölçüde azaldığını ortaya koymuş.
Stresi azaltır! Oksitosin, stresi de azaltıyor. Bebek, anneyle temas ve etkileşim halinde olunca, oksitosin artıyor ve stres hormonu olarak bilinen kortizol azalıyor. Etkileşim olmayınca, stres düzeyi yükseliyor. Bu durum uzun vadedeki stres düzeylerini de etkileyebiliyor. Bebeklikte güvensiz bağlanma; uzun vadede stresle baş edememe, zihinsel hastalıklar, saldırganlık ve anti-sosyal davranışlar gibi sonuçlar doğurabiliyor. Bir araştırmada, 7-12 yaş arası kız çocuklarından bir grup yabancıya konuşma yapmaları istenmiş. Kızlar anneleri tarafından teskin edildiğinde oksitosin düzeylerinde artış görülmüş. Hatta bu teskin telefonla bile yapıldığında işe yaramış!
Sevgi, sükunet, güven. Amigdala, beynimizde korku ve saldırganlık duygularını yöneten bölümün adı. Oksitosinin amigdalayı etkileyerek korkuyu bastırdığı görülmüş. Sarılma öpüşme gibi sevgi dolu sosyal etkileşimin, kandaki oksitosin miktarını artırdığı biliniyor. Bu şekilde temasla, beyne de daha çok oksitosin salgılanıyor. Bebeklerin anne ve babaları tarafından sarılıp, okşanması, bebeği sakinleştirdiğinden emzirmede ve bebek bakımında da kolaylık sağlıyor.
“Yeterince yedin” sinyali. Oksitosin, beyne “yeterince yemek yedin, artık dur” diyen hormon. Prader Willi sendromunu duydunuz mu? Bu sendromu, hayatı tehdit edecek düzeyde obezite olarak düşünebilirsiniz. Prader Willi hastalarında oksitosinle ilgili beyin hücrelerinin, normalin yarısı miktarda olduğu tespit edilmiş. Ayrıca laboratuvarda yapılan hayvan deneylerinde bu hücreler etkisiz hale getirilmiş. Bunun sonucunda hayvanların iştah düzeyinde ve obezitede artış görülmüş.
Oksitosinin otizmle ilişkisi. Beyinde oksitosin eksikliği, otizmle ilişkilendiriliyor. Otizm, basit ifadesiyle, başkalarının duygularını anlama, yüz ifadelerini okuma, empati kurma gibi becerilerin eksik olması durumu.
Otistik bireylerde, oksitosin düzeyinin normalden düşük değerlerde olduğu görülmüş. Bu bireylere oksitosin verildiğinde, yüz ifadelerini daha iyi okuyabildikleri görülmüş. Ayrıca karşısındaki kişinin sesinden ve tonlamasından, duygusunu daha iyi anlayabildikleri görülmüş. Bunu sağlayan bir diğer hormon vasopresin.
Elbette otizm çok boyutlu bir durum ve bu bilgiler her şey sadece oksitosinle çözümlenebilir anlamına gelmiyor. Ancak bu araştırmalar, otizme çözüm geliştirirken oksitosini de ciddiye almanın mantıklı olduğunu gösteriyor.
Öyle faydalı bir hormon ki, şişeye koyup satanlar bile var! Araştırmalar, yüksek oksitosin düzeyleriyle başkalarına güven duyma arasında bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor. Bu başkalarına hiç tanımadığımız kişiler de dahil. Hatta yurtdışında uyanık bir firma işi ticarete döküp “Güven Sıvısı” diye bir ürün piyasaya sürmüş: Yaptığı şey oksitosini şişelemek ve spreye dönüştürmek. Neye mi yarıyor? Size güvenmeyen eşiniz dostunuz varsa, elbiselerine bu spreyden sıkıyorsunuz ve size güven duymasını sağlıyorsunuz!
Artık gerçek mi yoksa plasebo etkisi mi bilinmez! Ancak bunun gerçekliğine inanmak biraz zor, çünkü beyin oksitosini belli bir bölgede ve belli miktarda ürettiğinde etkili oluyor. Sprey
formunda etkisi ve yan etkisi de farklı olabilir.
Elbette oksitosin her derdin devası, her sorunun kökeni, her iyiliğin sebebi değil. Her türlü kavramı incelerken, bu bilinçle hareket etmek, çok boyutlu ve bütüncül bir açıdan bakmak önemli. Hayatımızdaki her şeyden sadece hormonlar sorumlu olsaydı işimiz çok kolay olurdu!
Yine de gelecekte birçok hastalığa ve sosyal-duygusal bozukluğa çözüm geliştirirken, oksitosinin de çözümün önemli bir parçası olabileceğini yadsımamalı.
* Swaab, D. (2014). We are Our Brains. Penguin Books.