Yukarıdaki, ABD’de derste defterin arasına yerleştirdiği I-pad’ini okurken öğretmeni tarafından yakalanan bir ortaokul öğrencisinin defterinin fotoğrafı… Güler misin ağlar mısın dedirtecek cinsten bu fotoğraf, çok şey anlatıyor.
Değişen birşey yok aslında… Eskiden öğrenciler defterlerinin, ders kitaplarının arasına Tommiks Teksas gibi çizgi romanlar koyarmış, şimdi de Ipad’lerini saklıyorlar. Hatta Ekşi Sözlük’te bu konuya ayrılmış bir başlık bile var. Bir sözlük yazarı, “Ortaokul çağlarında hemen hemen herkesin yapmış olduğu cin bir uygulama. Ders çalışmak zorunluluğu olan genç beden, ders kitabının arasına bir çizgi roman koyar ve çalışıyom ayağına çizgi romanın derinliklerinde kaybolur. Böylece hem harıl harıl ders çalışıyor görüntüsü verip ebeveynlerin gözüne girer hem de dersten yırtar” diyor.
Bir diğer yazar da “modern zamanlarda başka şekillere evrilmiştir” demiş. Yukarıdaki resim, bu evrilmeye güzel bir örnek.
Çünkü klasik eğitim sisteminde okul hep sıkıcıydı ve sıkıcı olmaya devam ediyor. Hatta her türlü bilgiye erişimin bu denli kolay olduğu ve jet hızıyla gerçekleşebildiği bugün, okul her zamankinden daha da sıkıcı. Çocuklar okul dışında istedikleri bilgiye, istedikleri anda, istedikleri yerde, ister yatarak ister dolaşarak ister yemek yerken ister tuvaletteyken ulaşabilirken, biz hala onları sınıfta sıraya çivileyip, saatlerce aynı içeriğe, aynı anda ve aynı hızda maruz kalmalarını bekliyoruz.
Bu bir “sabır eğitimi”yse tamam. Sabrı öğrenmek bu çağda çok değerli. Ama sabır ile “ya sabır” arasında da bir denge olmalı. Ayrıca bunun altında yatan temel neden, bilinçli olarak sabır eğitimi vermekten ziyade, klasik eğitim anlayışından kopamamak, günün gerçeğinden ve teknolojiden kopuk olmak.
Teknoloji tek doğrudur, kayıtsız şartsız en iyidir demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ancak genel olarak, çocuğun merakına, yetenek düzeyine, ilgi alanına hitap etme konusunda teknolojik araçlar sınıflardan daha başarılı, çünkü bu anlamda kişiselleştirilmiş kullanım imkanı sunuyorlar. Oysa okulda ortalamayı hedefleyen bir eğitim sistemi var. Okulda durum şuna benziyor:
-Çocuğunuz kaç beden gömlek giyiyor hanımefendi?
-“x-large”.
-Tamam, biz yine de size “M” beden bir gömlek verelim.
Tabii bu kibar bir örnek oldu, genelde kimsenin çocuğun bedenini sorduğu yok, okulda herkes “Medium” giymek zorunda; uysa da giyecek uymasa da giyecek. Çocuğun beyni matematikte, müzikte, resimde ya da başka bir alanda X-Large olsa da, sınıfta kendisine verilen Medium’u giymekten başka çaresi yok. Giymeyince ne oluyor: Defter oyuluyor, içine I-pad koyuluyor.
“Öğretmen bilginin sahibi, uzman olandır; öğrenci bilgiyi alan taraftır” gibi artık geçerliliğini tamamen yitirmiş bir model, okullarda bugün hala baskın konumda. Oysa bugün bir I-pad ya da mobil telefonla anında ulaşabileceğiniz bilgileri öğretmenin tahtada herkese aynı anda ve İnternet’e göre çok daha yavaş hızda aktarmasından daha anlamsız ne olabilir?
Yanlış anlaşılmasın. Okullar ve öğretmenler çok değerli. Hatta her şeyin sanallaşmaya başladığı dünyada okulun sağladığı yüz yüze, insan insana iletişim her zamankinden de değerli. Ancak bugünün dünyasında okulun ve öğretmenin rolü çok farklı olmalı, çünkü bilgi artık eskisi gibi zor ulaşılabilen birşey değil, üstelik Internet’te alası var. Bugün okulun ve öğretmenin işi çok daha zor.
Öncelikle, bu çağda öğretmenin asıl görevlerinden biri “bilgisayar okuryazarlığı”nı öğretmek olmalı: Yani öğrenciye, Internet’te gördüğün her bilgi doğru değil, hangi kaynaklara güvenmelisin, hangi kaynakları sorgulamalısın, sapla samanı nasıl ayırabilirsin bilincini kazandırmak olmalı. Bunun için öncelikle öğretmenin de bilgisayar okuryazarı olması lazım elbette.
Öğretmenin asıl görevlerinden bir diğeri, “öğrenmeyi öğretmek” olmalı. Klişe bir örnek ama, balık yemeyi değil balık tutmayı öğretmeli. Öğretmenin bilgiye ulaşma sürecinde öğrenciye rol modellik, mentorluk, kolaylaştırıcılık gibi rolleri olmalı.
Elbette teknoloji kullanımının da sınırları, ölçüsü var. Geçenlerde bir öğrenci Fatih projesiyle ilgili “lise öğrencisinin eline laptop verip ne bekliyordunuz ki” benzeri bir Twit attı. Doğru. Ders ilgisini zerre kadar çekmiyorsa öğrenci ya oyun oynar ya Facebook’a Twitter’a girer, hatta ders ilgisini çekiyorsa bile bunları yapabilir, çünkü artık bu araçlar çocukların bedenlerinin uzantısı haline gelmiş durumda (bunun fayda ve zararları ayrı bir yazı konusu). Ama çocuğun okulda olmasının temel amacı bunlar değil; bunlar zaten evde yaptığı şeyler. Sınıfta öğrenciler belki bir proje için, belki bir ödev için, yani belli bir hedef doğrultusunda bilgiye bireysel olarak ya da ekip halinde kendileri ulaşırken, öğretmenin süreci yönetmek, gerekli yerlerde devreye girmek, tartışmayı körüklemek ve yönetmek, teknolojinin amaca uygun kullanımını sağlamak gibi rolleri olmalıdır.
Öğretmenin seçenekleri belli: Defter arası I-pad yapan öğrenciyi “uyumsuz” davrandığı için cezalandırabilir. Öğrenci, sıkıldığı ortama ne olursa olsun uyum sağlamalıdır görüşündeyse elbette bu yolu seçebilir. Ya da kendini sorgulayabilir, öğrencinin neden böyle yaptığını anlamaya çalışır ve bu çağda teknolojiyi sınıfa nasıl entegre edebileceğini, öğretimi öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre nasıl adapte edebileceğini düşünmeye başlar.
Bana göre resimde defterini gördüğümüz öğrenci olağanüstü yaratıcı. Bir kere yaptığında emek var; defteri büyük bir sabır ve ustalıkla oymuş, ölçmüş biçmiş belli ki… İşin içinde çaba var. Risk var. Buluşu olağanüstü. Aslında bu defter bir prototip bile olabilir; belki bu çağda defterler böyle bir I-pad haznesiyle üretilmeli.
Çok da anlamlı: Bu çağda defterle I-pad’i en yaratıcı biçimde nasıl buluşturabiliriz?
Bu soruyu öğrencilerin kendilerine sormak bile güzel bir başlangıç olabilir. Onlar bazı şeyleri bizden çok daha iyi biliyor.