Beni son zamanlarda ülkemiz adına endişelendiren bir trend var. “Zeka önemsizdir” trendi.Bunu çeşitli platformlarda sık sık duyar oldum. En son Zeka Kongresi’nde de duyunca, e zeka önemsizse dağılalım o zaman arkadaşlar diyesim geldi :). Diyesim geldi ama neyse ki geldiği gibi gitti. Farklı görüşleri herkes özgürce ifade edebilmeli, buna saygım sonsuz. Ben de kendi görüşümü anlatmaya çalışayım.
Bu trendi destekleyen cümle genellikle “Zeka önemsizdir, önemli olan…” şeklinde kuruluyor. Zeka önemsizdir, önemli olan karakterdir, vicdandır, ahlaktır, çabadır, mutluluktur gibi.
Yanlış anlaşılmasın sakın. Karakter, vicdan, ahlak, çaba, mutluluk, sevgi, saygı bence de çok ama çok önemlidir. Benim itiraz ettiğim nokta şu: Bir kavramı yüceltmek için başka bir kavramı değersizleştirmek şart mı? Karakterin önemli olması, zekayı önemsiz mi kılar? Bu bana, “gözler önemsizdir, önemli olan kulaklardır” demek gibi geliyor.
Üstelik, sevginin ve saygının önemini kavramak da zeka gerektirmez mi? Vicdan da zekanın bir bileşeni değil midir? Üstün zeka potansiyelli çocuklarla ilgili en sık belirtilen özelliklerden biri nedir, biliyor musunuz? Adalet duygularının çok güçlü olmasıdır. Demek ki zekayla adalet arasında bir ilişki var.
Diyebilirsiniz ki, söyleyenler de zaten onu demek istiyor. Doğrudur. Ancak birçok insan söylenenin sadece zeka önemsizdir kısmını algılıyor. Bunu da kendini geliştirmemek için bahane olarak kullanıyor. Zeka önemsizdir cümlesini duyunca bir rahatlama geliyor. Bedenlere ılık ılık bir atalet duygusu yayılıyor. Sonra ne oluyor? Gelsin televizyon kumandası, düşük IQ’lu diziler, evlilik programları, sosyal medyada saatlerce süren boş muhabbetler, Secret yapmalar, akşama kadar dudak büzmeli selfiler, acılı arabesk cümleler, kader kısmet demeler…Ülkenin hali ortada.
Zeka, önemli bir memleket meselesidir. Bu yazıda nedenlerini anlatmaya çalışacağım.
Fındık ihracatında şampiyon olmak marifet değildir
New York Üniversitesi’nden değerli araştırmacı Selçuk Şirin’in harika bir yazısını okudum. Şöyle diyor:
“Dünyada yeni ekonomi dediğimiz beceriye dayalı bir ekonomi kuruluyor. Bu ne?.. Eski ekonomi, doğal kaynaklara, coğrafyaya, tarıma, turizme dayanıyor. Yani biraz klasik manada emeğe dayanıyor. Yeni ekonomi ise katma değeri yüksek ekonomi… Katma değer dediğimiz şey de bilgi, yani akıl, yani zeka. Yaptığınız iş ne olursa olsun, ona zeka kattığınız zaman katma değeri yüksek ekonomiye geçiyorsunuz.”
Şirin, Ferrero örneğini veriyor. Ferrero, Nutella ve Toblerone gibi markaları üreten dünya devi bir çikolata şirketi. En temel ham maddeleri fındık. Fındığı onlara biz satıyoruz. Onlar bizim emek emek topladığımız fındıkları teknolojiyle buluşturuyor. Üstüne markalarını koyuyorlar ve bizden 5 kat fazla kazanıyorlar. Milyarlarca dolar ciroları var. Bunu nasıl yapıyorlar? Çünkü iş fındık yetiştirmekte değil. İş, o fındığa zeka katmakta. İtalyanlar sanatçısına, tasarımcısına, reklamcısına, teknolojiye değer veriyor. İtalyanları zengin edeceğimize biz neden kendi fındığımızla dünya markası üretemiyoruz acaba? Bizde zeka önemsiz olduğu için olabilir mi?
Biz onun yerine ne yapıyoruz? Fındık ihracatında rekor kırdık diye gururlanıyoruz! En büyük fındık ihracatçısı biziz, oleey! İyi de, adamlar bizim fındığımızla bizden 5 kat daha fazla kazanıyor.
Ayrıca bu neden gururlanacak bir şey ki? Fındığı düşünce gücümüzle mi ürettik? Şans eseri bulunduğumuz coğrafyanın doğal ürünü. Onu da zekice kullanmazsak ihraç edecek fındık da kalmaz. Suudilerin petrolleriyle gururlanmaları gibi. O petrol zeka ürünüymüş gibi.
Bir politikacının zeka önemsizdir demesi anlaşılabilir. Politikacı olmakla lider olmak aynı şey değildir. İyi bir lider halkının zeki olmasını ister, çünkü bilir ki toplum ancak bu şekilde ileri gidecektir. Kalkınma, mutluluk, refah ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
Diğer taraftan başarısız bir politikacı halkının zeki olmasını istemez. Neden? Çünkü zeki insanlar, onun kötü bir politikacı olduğunu anlayacak zekaya da sahiptir. Kötü bir politikacı, halkın koyun olmasını ister. Çünkü koyunlar daha kolay güdülür. Zeka önemsizdir cümlesi en çok zekadan yoksun, kötü bir politikacının ağzında anlamlıdır.
Kocişko zekası
ODTÜ’de düzenlenen IV. Zeka Vakfı Kongresi’nde, Onedio sitesinin kurucusu ilginç bir konuşma yaptı. Onedio, Hürriyet ve Milliyet’ten sonra en çok okunan üçüncü Internet sitesiymiş. Konuşmadan not ettiğim temel noktalar şöyleydi:
• Gençler sosyal medyayı en yoğun kullanan kesim.
• Sosyal medyayı en çok eğlence için, en az bilgi ve öğrenme için kullanıyorlar.
• Einstein’ın içinde olduğu içerikleri okumuyorlar, ama çok paylaşıyorlar. Einstein haberi paylaşmak zeki görünmelerini sağlıyor.
• İçerik üretmekten çok başkalarının ürettiği içeriği paylaşıyorlar.
• “Kocişko” sözcüğü de Onedio sayesinde viral olmuş (Viral olmak, Internette yayılmak demek.)
Onedio muazzam bir başarı öyküsü. Ama bu başarı temelini nereden alıyor, siz de maddeleri bir irdeler misiniz? Nasıl bir profil buradaki? Gençler bilgiyle ve öğrenmeyle ilgilenmiyor. Zeki olmaya değil, zeki görünmeye çalışıyorlar. Einstein’in zekasına hayranlar ama bu adam ne yapmış da böyle olmuş diye merak etmiyorlar. Zahmet edip okumuyorlar. Sadece okumuş gibi yapıyorlar. İçerik üretmiyorlar. Kendileri fikir üretmek yerine başkalarının fikirlerini paylaşıyorlar.
Bu yazının başlığını sonradan “kocişko” yapmaya karar verdim. İlk seçtiğim başlık çok bilgi içerikli görünüyordu. Viral olurum belki dedim :). Şaka bir yana, kocişko gibi yamru yumru sözcüklerle dil yozlaşıyor. Bu da çok eğlenceli bir şeymiş gibi görülüyor.
Bu sizce de düşük zekalı bir profil değil mi? Bu profil, sosyal medya sitelerinin ekmeğine yağ sürüyor. Onedio’yu başarısından ötürü kutluyorum. Onlar yapmaları gerekeni yapıyor. Ama gençliğin genelinin bu haline üzülmedim desem yalan olur. Halbuki ne müthiş bir zeka potansiyeli var bu ülkede. Nasıl zehir gibi çocuklar var.
Göçen beyinler
Biz zeka önemsizdir dedikçe, zeki çocukları küstürürüz. Zeki beyinleri kaybederiz. Zeki olmaktan vazgeçmeyen, ülkesinden vazgeçer. Zeka önemlidir diyen topraklarda kabul görmeyi bekler. Beyinler göçer. Beyinler göçtükçe, beyinsiz kalırız.
Bir süre önce Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir habere göre, yurtdışında eğitim görmek isteyen Türk öğrencilerin sayısı 2009’dan beri her yıl ikiye katlandı. Bunda bir önemli etken de, siyasi belirsizlik ve güvenlik kaygıları. Tarihte hangi dönemlerde hangi coğrafyalarda yetenek patlaması olmuş biliyor musunuz? Barış ve refah dönemlerinde. Güvende hissetmediğiniz bir ortamda, özgür hissetmediğiniz ortamda düşünmek ve üretmek zordur.
Özellikle fen bilimlerinde mastır ve doktora çalışmasını tamamlayan Türk öğrencilerin ülkeye dönmemesinin en büyük nedeni ise bulundukları ülkede sağlanan maddi imkanlar. Oralardaki araştırma merkezleri ve teknoparklarda kısa sürede yüksek ücretle çalışma imkanı bulabiliyorlar.
Bir öğrenci ortalama olarak 21-25 yaşlarında üniversiteden mezun oluyor. Bir ailenin bu zamana kadar çocuğu için harcadığı para en az 65.000-75.000 TL civarında. Beyin göçü alan ülkeler artık bu parayı harcamayacakları için ayrıca maddi kazanç sağlıyorlar. Biz yetiştiriyoruz, onlar meyvesini yiyor.
Floransa’da Rönesans döneminde Mikelanjelo gibi dâhiler çıkabilmiş, neden? Çünkü yeteneği takdir eden bir ekosistem. Bottega denilen atölyeler varmış. Yeni teknikler deneniyor, yeni sanat formları, yeni yetenekler keşfediliyormuş ve bunlar çok sayıdaymış. Yani bu özünde bir ekosistem meselesi. Yeteneğe, zekaya, bilime değer veren bir ekosistem yok bu ülkede. “Zeka önemsizdir” düşüncesi daha çok değer görüyor.
Bir yazımda söylemiştim, “Türkiye’den Nobel çıkması için, Nobel adayının Türkiye’den çıkması gerekiyor” diye… Çok kıymetli biliminsanımız Aziz Sancar başka ülkeye gitmiş, iyi ki de gitmiş. Ama keşke gitmek zorunda kalmasaydı. Keşke biz taze beyinlerimizi havaalanlarından gözyaşları içinde başka ülkelere yolcu etmeseydik. Keşke Amerikalı, Japonyalı, İngiliz anne babalar çocuklarını gözyaşları içinde okumak için bizim ülkemize uğurlasaydı.
Bir diğer üvey evlat: Başarı
Başarı da bu ülkede zekayla aynı kaderi paylaşıyor. Başarı önemli değil, önemli olan mutluluk. Çocuğunuz beyin ameliyatı olacak diyelim. Onu başarısız ama mutlu bir doktora mı emanet edersiniz? Mutsuz ama başarılı bir doktora mı? Uçağa bineceksiniz. Mutlu bir pilotla mı başarılı bir pilotla mı uçmak istersiniz? Bilakis, ben pilotun uçuş sırasında fazla mutlu olmasını istemem!
Zaten mutluluk ve başarıyı birbirinin zıttı olarak konumlandırmak da yanlış. Mutluluğun önemini anlatmak için başarıyı değersizleştirirmek gerekli değil. Başarıyla mutluluk bal gibi bir arada olabilir. İşini çok severek yapan insan, mutludur. İşini çok severek yapan insan, onu iş gibi görmez. Çalışmaktan gocunmaz. Dolayısıyla ister istemez başarılı olur. Başarıyı neden rekabet, hırs, yarış bağlamında düşünüyoruz? Başarıyı neden tutku, motivasyon, hayallerini gerçekleştirme, mutlu olacağın işi seçme bağlamında düşünmüyoruz? Neden bazı kavramları başkalarının tanımlarına göre düşman ilan ederek kendi mutluluğumuzun önüne set çekiyoruz?
İşte bence temel sorunumuz burada. Sorun, tanımlarımızdan kaynaklanıyor. Ya da bize empoze edilen zeka ve başarı tanımlarından kaynaklanıyor. Bu kavramları ifade etmenin farklı bir yolunu bulmalıyız.
O halde zekayı nasıl tanımlayalım?
Bence öncelikle “Zeka önemsizdir, önemli olan” cümle kalıbını “Zeka önemlidir, çünkü” kalıbıyla değiştirmemiz iyi olur.
“Zeka önemlidir, çünkü ancak zeki toplumlar hayatta kalır”.
“Zeka önemlidir, çünkü zeka vicdanı da içinde barındırır.”
“Zeka önemlidir, çünkü zeki olmazsak bizi koyun gibi güderler, ruhumuz bile duymaz.”
Şu anda baktığınız bilgisayar ekranı bir zekanın ürünüdür. Giydiğiniz kıyafet bir zekanın ürünüdür. Çocuğunuzun altına bağladığınız bez de, akşam çekirdek yiyerek izlediğiniz televizyon da, çamaşırlarınızı yıkadığınız makine de bir zeka ürünüdür.
Zeka doğuştan sabit değildir. Zeka geliştirilebilir. Herkes farklı bir alanda zeki ya da yetenekli olabilir. Önemli olan onu bulup işlemektir, geliştirebilmektir.
Zeka, çabayla birleşmediğinde körelir. Zekayı çabayla desteklemek, geliştirmek gerekir.
Hayaller, zekayla ve çabayla gerçeğe dönüşür.
Katma değer, zekayla yaratılır.
Zeka geleceğimizdir.
Aklımızı başımıza toplayalım. Geleceğimize sahip çıkalım. Ya da ” amaan, keep calm and love your kocişko” kafasında güle eğlene batmaya devam edelim.